30 Mayıs 2010 Pazar

Peynir ve Kurtlar

Carlo Ginzburg
Peynir ve Kurtlar
Bir 16. Yüzyıl Değirmencisinin Evreni

Özgün adı: Il formaggio e i vermi
cosmo di un mugnaio del 1500

Metis Yayınları, İstanbul.
Çeviri: Ayşen Gür
Yayına Hazırlayan: Müge Gürsoy Sökmen, Yıldırım Türker
Kapak Tasarımı : Semih Sökmen

Kitabın Baskıları:
İlk Basım: Eylül 1996
3. Basım: Haziran 2007

       

Sibel Özbudun, "'Sıradan' bir devrimci: Menocchio", Virgül, Sayı 7, Nisan 1998

Belleğimiz sıradan insanlara karşı neden bu denli acımasız? Kopernikci evren kuramının ateşli savunucusu, skolastisizmin gözükara düşmanı Giordano Bruno'nun Engizisyon'ca yakıldığını, ya da Galileo Galilei'nin Kilise tarafından yargılanarak düşündüklerinin tersini ilan etmeye zorlandığını handiyse ilkokul çocukları bilir de, "ateist" olduğu gerekçesiyle 1599'da bizzat Papa VIII. Clement'in isteğiyle kazığa oturtularak öldürülen Montereale'li yoksul değirmenci Domenico Scandella'nın ya da hemşehrileri arasındaki adıyla Menocchio'nun adı neden unutulup gitmiştir?
       Sorunun yanıtı galiba içinde gizli: Menocchio "sıradan" biriydi. Bizlerse tarihi "seçerek" yeniden-kurguluyoruz. Parlak başarıların, "çağına damgasını vuran" kişiliklerin, (Oysa çağın, üzerine damga vurulduğundan genellikle haberi olmuyor; belirli bir dünya görüşünü içselleştirmiş, bundan kalkınan tarihçiler, kuramcılar, ideologlar, geriye yansıttıkları projektörleriyle çağa damga vurulduğunu ve bu damgayı "kim"lerin vurduğunu bizlere belletiyorlar.), büyük savaşçıların, usta "devlet adamları"nın, ünlü düşün ve sanat insanlarının, başat siyaset, felsefe, bilim, sanat akımlarının tarihini yazıyor, okuyor, öğreniyoruz. Bu nedenle de, yazılı belgelerden okumaya başladığımız andan itibaren "seçkin"ler, "önder"ler (Hammurabi, Pericles, Platon, Caesar, Xerxes, Aziz Augustinus, Harun el Reşid, Papa Innocent, Christoph Colomb, Galileo Galilei, Kanunî Süleyman, Jean-Jacques Rousseau, Bismarc, Lenin, Atatürk, Churchill...) üzerine kurguladık tarihi. "Tarihi yapan adsız yığınlar" ise güme gitti hep. Önder-kitle diyalektiği hep tek yanlı bir vurguyla deformasyona uğrayageldi; tarih-yazıcılığında başat eğilim, tarih "seçkinleri"nin içinde yüzebildiği denizin, soluduğu atmosferin, sözün kısası onları vareden toplumsal ortam ve "zihniyetler"in (Kuşkusuz, "zihniyet(ler)"den, Ginzburg'un da eleştirdiği (s. 18) tüm bir çağı ve toplumu kapsayan bir kollektivite soyutlamasını anlamamak, farklı sınıf ve toplumsal kesimlerin farklı zihniyetlerle biçimlendiği ve farklı zihniyetleri biçimlendirdiğini kabullenmek koşuluyla.) görmezden gelinmesi oldu çok uzun bir süre: "Tabii sınıflar artık tarihçiler tarafından görmezlikten gelinmese de 'sessiz' kalmaya mahkûm edilmişlerdir", (s.15.)
       Tarihçi Carlo Ginzburg, Peynir ve Kurtlar'da farklı bir yol izliyor. Kaldı ki, kitabın "Önsöz"ünde bunu gerekçelendiriyor da: "Brecht'in 'okumuş işçisi' daha o zamanlar bile 'Yedi kapılı Thebai'yi kim inşa etti' diye soruyordu. Kaynaklar bu isimsiz duvarcılar konusunda bize hiçbir bilgi vermiyor, ama soru bütün anlamını koruyor" (s. 7).
       Ginzburg önemli sorulardan hareket ediyor: "...Bu noktada tabi sınıfların kültürüyle egemen sınıfların kültürü arasındaki ilişkiyle ilgili bir diyalog başladı. Bu kültürlerden ilki, acaba hangi dereceye kadar ikincisine bağımlıydı? Ve, tabi sınıf kültürü hangi ölçüde kısmî olarak bağımsız bir içeriğe sahipti? İki kültür düzlemi arasında karşılıklı bir hareketten söz edilebilir miydi? (s. 9)." Ve yanıtlıyor: "Kültürel ikiye bölünme vardır ama aynı zamanda, özellikle 16. yüzyılın ilk yarısında, egemen sınıflarla tabi sınıfların kültürleri arasında dairesel, karşılıklı bir etki söz konusudur" (s. 11).
       Peynir ve Kurtlar'da keşfedilmeye çalışılan, tam da bu: Ginzburg, Menocchio'nun öyküsünde, matbaanın icadı ve Reformasyon Hareketi'nin mümkün kıldığı bir kültürel etkileşimi, titiz bir irdelemeye tabi tutmuş: "Matbaa, onun içinde büyüdüğü sözlü geleneği kitaplarla karşılaştırma ve içindeki fikir ve fantezileri ortaya çıkaracak kelimelerle beslenme imkânını sağlamıştı. Reform ise duygularını dilediği gibi papaya, kardinallere, hükümdarlara değilse bile, köy papazına, hemşerilerine ve engizisyonculara ifade etme cesaretini vermişti" (s. 19).
       Montereale'li değirmenci Menocchio, 16. yüzyıl Batı Avrupa'sında yaşayan sıradan bir insan: "Çalışma koşulları değirmencileri -tıpkı hancılar, meyhaneciler ve gezgin zanaatkârlar gibi- yeni fikirleri benimsemeye ve yaymaya yatkın bir meslek haline getiriyordu" (s.152). Ama bir o kadar, yani hemşehrilerince tecrit edilecek, yıllarca Engizisyon önünde sorgulanacak ve nihayet Papa'nın da onayıyla (Giordano Bruno'yla aşağı yukarı aynı zamanda) idam edilecek kadar da sıradışı. Nedir Menocchio'yu sıradışı kılan? Değirmenci, bir halk filozofu; hem de devrimci bir filozof. Yaşamı boyunca pek dışına çıkmadığı küçük kasabasında, İtalya'nın Montereale'sinde, Katolik Kilise'nin resmi öğretisine taban tabana zıt görüşler öne sürüyor sürekli. Kendine özgü bir kozmogonisi var; diyor ki örneğin, "Ben dedim ki, fikrimce, her şey bir kaos, toprak, hava, su, ateş birbirine karışmış, bunun içinden bir kitle biçimlenmiş -tıpkı peynirin sütten yapılışı gibi- ve içinde kurtlar oluşmuş, bunlar da melekler. En kutsal haşmetli bunların Tanrı ve melekler olmasını emretti, melekler arasında Tanrı da vardı, o da bu kitlenin içinden, aynı zamanda yaratılmıştı, o efendiydi, dört adamı vardı, Lucifer, Mihail, Cebrail ve Rafael. Lucifer krala eşit bir efendi olmak için mücadele etmeye kalktı, halbuki kralın gücü Tanrı'ya aitti, Tanrı da onu bu kibri yüzünden cezalandırarak bütün eşi dostuyla cennetten kovdu; sonra bu Tanrı, Adem ve Havva'yı ve kovulan meleklerin yerini alacak sayıda insanı yarattı. Sonra bunlar da Tanrı'nın emrini dinlemeyince, Oğlunu yolladı, onu da Yahudiler yakaladı ve çarmıha gerdi" (s. 28).
       Kutsal Kitap'daki Tekvin'in cahil bir adamın zihnindeki kırılmaları mı? Öyle olmasa gerek. Menocchio'nun oldukça sistemli ve dirençli bir kurgusu var: "Azizlere küfretmek günah değildir, ama Tanrı'ya küfretmek günahtır"... "Tanrı'nın kim olduğunu zannediyorsunuz? Tanrı küçücük bir nefesten başka bir şey değildir, insan ne olduğunu hayal ederse odur"... "Gördüğümüz her şey Tanrı'dır, biz de Tanrıyız"... "Gökyüzü, yeryüzü, deniz, hava, cehennem, hepsi Tanrı'dır"... "Ne sanıyorsunuz, İsa'nın Bakire Meryem'den doğduğunu mu? Hem onu doğurmuş, hem de bakire kalmış olması mümkün değil. En doğrusu şöyle demek, iyi bir insandı, ya da iyi bir insanın oğluydu" (s. 26). ... "Yüce Tanrı Kutsal Ruh'u herkese vermiştir, Hıristiyanlara da, sapkınlara da, Türkler'e de, Yahudiler'e de; onun gözünde hepsi değerlidir, hepsinin ruhu da aynı şekilde kurtulur"... "Siz papazlar ve keşişler, siz de Tanrı'dan daha fazla şey bilmek istiyorsunuz, şeytan gibisiniz, yeryüzünde Tanrı olmaya kalkıyorsunuz. (...) Aslında bir insan ne kadar çok bildiğini sanırsa o kadar az biliyor demektir."... "Kilise'nin kanununun ve emirlerinin hepsinin aslında ticaret olduğuna inanıyorum; hayatlarını bununla kazanıyorlar."... "Bence doğduğumuz anda vaftiz edilmişiz demektir, çünkü her şeyi kutsayan Tanrı bizi de vaftiz etmiştir; ama öbür vaftiz bir uydurmadır, papazlar insan ruhlarını daha doğmadan sömürmeye başlarlar, öldükten sonra da sömürmeye devam ederler."... "(Evliliği) Tanrı koymadı, insanlar koydu. Eskiden bir erkekle bir kadın birbirlerine söz veriyorlardı bu da yetiyordu; sonra bu insan icadı ortaya çıktı" (s. 32). ... "Ha papaza ya da keşişe gidip günah çıkartmışsınız ha bir ağaca, hiç farketmez" (s. 33).
       Reformasyon hareketiyle sarsılan yetkesini Karşı-Reformcu bağnazlıkla restore etmeye çabalayan Katolik Kilise ömründe kasabasının dışına çıkmamış bu kır filozofunun konuşmalarına tahammül gösteremezdi: Montereale papazının ihbarıyla tutuklandı, yıllar süren sorgusunun sonunda da kazığa oturtularak idam edildi.
       Carlo Ginzburg, mahkeme tutanaklarından hareketle, Menocchio'nun düşünsel evrenini, (tutanaklarda okuduğunu söylediği) kitaplardan da yararlanarak, bir detektif titizliğiyle kurguluyor Peynir ve Kurtlar'da. Ve bu titiz, zorlu, ayrıntılardan gözünü esirgemeyen çalışmanın sonunda ortaya 16. yüzyıl sonu Batı Avrupası'nda "halk kültürü"nün bir kesitine ışık tutan şaşırtıcı bir tablo çıkıyor.
       Tablonun şaşırtıcı ve üzerinde durulması gereken yönü, 11. yüzyıldan itibaren Batı Avrupa'da boyveren ve 15. yüzyılın Hussite (Adını Almanlara karşı Çek ulusalcılığını vazeden ve kilisede reform isteyen ve Almanların ağırlık koyması sonucu Engizisyon tarafından yakılarak öldürülen Jan Hus'ün (1373-1415) adından alan Bohemya'daki erken ulusalcı ve ön-Reformasyoncu hareket) köylü ayaklanmalarına dek uzanan, Reformasyon hareketinin öncüsü Cathare, Waldens (11. yy.), Lollardlar, Hussitler vb. "rafızî" (daha doğrusu Kilise tarafından bu damgayı yiyen) hareketlerin (S. Özbudun, "Ortaçağda Hıristiyan Rafızîliği" İskenderiye Yazıları, 1997: 8, 31-41'e bakılabilir.) Kilise karşıtı ezilenlerden, yoksullardan yana fikirlerinin, ortalığın göreli yatıştığı, dinsel çatışmaların son bulduğu, Kilise'lerin ayrışma sürecinin tamamlandığı bir dönemde (ve öyle anlaşılıyor ki "münferiden": Menocchio yalnız bir devrimcidir; görüşleri hemşehrileri tarafından "çılgınlık", "sapkınlık" sayılmaktadır) "halk kültürü" içinde süregidişi ve aktarımıdır.
       Menocchio'nun Luther'in kişiliğinden etkilenmekle birlikte, [Ginzburg daha çok Anabaptist etkilenimleri vurgulamakta, (s. 41)] bir Protestan sempatizanı olmadığı anlaşılıyor. Dünya görüşü ve din anlayışının, olsa olsa kadîm, paganistik unsurlara hayat veren, "özerk bir köylü köktenciliği" (s. 44) çerçevesinde biçimlendiği anlaşılıyor. Engizisyon yargıçlarının onun hakkında verdikleri ilk hükümde, manişeist düalizmi ve Origen'in fikirlerini canlandırmakla suçlanıyor, (s. 122). Menocchio'nun öğretileri, şaşırtacak ölçüde maddeci; (Ginzburg "Hıristiyanlık, yeni Platonculuk ve skolastik felsefeden beslenen terimler kullanarak Menocchio, köylülerin nesilden nesile geçen temel, içgüdüsel maddeciliğini ifade etmeye çalışmıştı" diyor. s. 89) engizisyon sorgucusuna yaptığı açıklamalarda savunduğu "kendinden hareketli kaos" ve onun içinde yaratılan ve "madde olmasa hiçbir şey yaratamayacak olan, hava, su, ateş ve toprak olan Tanrı fikri" (s. 81-83), Menocchio'yu ateist maddeciliğin eşiğinde tutuyor. Ancak daha da önemlisi, Katolik Kilise'ye karşı yürütülen mücadelenin fikirlerinin, onda erken bir "sınıf bilinci"nin verilerini oluşturması. Dinsel retoriği, ezilenlerden yana tartışmalarına haklılık kazandırmak için kullandığı rahatlıkla izlenebiliyor: Örneğin, "yeryüzündeki cennetin malı mülkü olan beyefendilerin hiçbir iş yapmadan yaşadığı yer olduğuna inanıyorum," (s. 106) ya da "[Kilise'nin] Efendimiz İsa Mesih tarafından kurulduğu zamanki gibi sevgiyle yönetilmesini istiyorum... şimdi debdebeli ayinler var, halbuki Efendimiz İsa Mesih debdebe istemez" (s. 107) derken... Görüşleri ve vaazları "Kilise-içi bir düzeltim çabası"ndan çok, bir "toplumsal değişim isteği"ne denk düşüyor. Bu bakımdan, onun geç kalmış bir rafızî, ama erken bir devrimci olduğunu söylemek sanırım abartı olmayacaktır.
       Carlo Ginzburg, Ortaçağ ve Ortaçağ sonrası "yüksek Avrupa kültürüyle halk kültürü arasında her iki yönde hareket eden gizli, ama verimli bir alışverişin belirleyici olduğu bir dönem" (s. 158) den sözederken, kuşkusuz Rönesans ve Reformasyon hareketiyle Katolik Kilise'nin egemenliğine karşı bayrak açan Avrupa burjuvazisinin fikirlerinin kadîm bir maddeciliğe ve eşitlikçi ütopyalara yatkın köylülüğün dünya görüşüyle girdiği rezonanstan sözediyor. Ancak Almanya'daki köylü ayaklanmaları, Kilise için olduğu kadar, burjuvazi için de bir bakıma bir "erken uyarı" olmuştu: "O sıralar, sınıflar arasındaki mesafe bir yandan korunur, hatta daha da vurgulanırken, hem ideolojik hem de fizikî anlamda, yukarıdan gelen her türlü denetimden kopma tehdidi savuran kitleleri yeniden fethetme gereği, çarpıcı bir biçimde egemen sınıflar tarafından kabul görmüştü" (s. 159). Menocchio bu koşulların biçimlendirdiği ortamda, Engizisyon tarafından iki kez yargılandı, suç ortaklarını itiraf etmesi için işkenceye uğratıldı ve idam edildi. Santa Severina Kardinali'nin onu yargılayan Friuli engizisyoncusuna yazdığı mektupta Papa'nın bu konudaki ısrarı vurgulanıyordu: "Yüce Efendimiz adına, korkunç ve iğrenç aşırılıklarının cezasız kalmaması, tam tersine, adil ve sert bir cezayla o bölgelerde diğerlerine ibret olması için (abç), davanın ciddiyetinin gerektirdiği ihtimamı bir an bile elden bırakmamanız gerektiğini size bildiriyorum. Bu nedenle cezayı davanın ehemmiyetinin gerektirdiği hız ve kararlılıkla infaz etmekte tereddüt etmeyin. Bu, efendimizin kesin isteğidir" (s. 160).
       O bölgedeki diğerleri? Evet, Menocchio'nun idamından kısa bir süre sonra, Friuli Engizisyonuna bir ihbar daha gelmişti: "Bu kentte... Marcato ya da belki Marco adında biri var, beden öldüğünde ruhun da öldüğüne inanıyor..."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder